İlk bloguma başladığımda bahsettiğim Howard Griffiths'in oğlu Kevin Griffiths, genç ve idealleri olan bir şef. Orkestra programında yer alan Prokofieff ise Kevin'in İstanbullu dinleyicilere kendini göstermesi adına iyi seçilmiş bir eser olduğuna inanıyorum. Brahms'ın piyano konçertosunda ise orkestrayı iyi bir eşlikçi olarak yönetti.
Devlet sanatçısı Sayın Verda Erman'ın programda Brahms'ı yorumlaması ise dinleyiciye rahat rahat konserden zevk almasını sağlayacak ve teknik gösteriden çok yorumla kulakların pasını alacak bir seçim olmuş. Her zaman söylediğim gibi, bazı sanatçıların bir yerden sonra eleştrilmemesi gerekiyor. Bugüne kadar zaten yapacakları çalışmaları yapmış ve verdikleri konserlerle olmaları gereken yerde olan bu sanatçıları artık kritik etmek yerine, koltuklara oturup yorumlarından zevk almak gerekiyor. (Tabii olağanüstü bir durum olup konserde bir facia yaşanmamışsa) Yoksa bir iki hata, bir iki nota kaçması gibi eleştrilerle, isim olmuş kişilerin üzerinden prim yapmak bence çok gereksiz.
Sayın Verda Erman'ın Brahms yorumu genel olarak olması gerektiği gibiydi. İlk bölümde biraz yüreğimiz ağzımıza gelse de ikinci ve üçüncü bölümlerde Brahms'tan keyif aldığımızı söyleyebilirim. Kaldı ki bis parçası olarak Chopin'in Do diyez minör noktürnünü dinlerken, Brahms'ın coşkusunu sakinleştirecek başka bir eser olamazdı diye düşünüyorum.
Orkestrayı yöneten Jurjen Hempel'i geçtiğimiz konser sezonlarında hatırlıyoruz. Temkinli bir şef olan Hempel bugüne kadar orkestrayı olağanüstü olmasa da vasatın üzerinde yönetti diyebiliriz. Bu nedenle konser programına baktığımda üç aşağı beş yukarı olacak performansı tahmin edebildim. Bu performansla ilgili yorumları biraz sonraya bırakalım ve İngiliz viyolacı Siverthorne ile ilgili yoruma geçelim.
Paul Silverthorne'nun sanatçı kariyerine baktığımızda sanatçının İngiltere'nin önemli viyola sanatçılarından biri olduğunu görüyoruz. Buraya kadar herşey gayet güzel. Ancak konserde dinlediğimiz Walton yorumu ne yazık ki Konservatuar mezuniyet konserinden öteye gidemedi. Eser hem çağdaş hem de ilginç biçimde romantik yapıda olduğu için zaten yorumcuyu hafif bir şizofreniye sürüklüyor. Bunun üzerine bir de teknik zoruluklarını da eklerseniz, Walton'ın viyola konçertosunun aslında o kadar da yenilir yutulur bir eser olmadığını fark edersiniz.
Çağdaş dönem bestecilerini yorumlarken, yorumcunun ne kadar başarlı olduğunu gösteren tek şey onun ne kadar ızdırap çektiği görmemektir. Geçen gün sevgili Neşet Ruacan üstadımla oturup bir kez daha André Gertler'in Bartok yorumunu plâktan dinlediğimde (bu arada kulakların çınlasın Tuncay Yılmaz) olması gereken çağdaş dönem yorumunun dinlediğinizde aslında ne kadar keyif verdiğini ve sizi nasıl başka bir diyara sürüklediğini hissediyorsunuz.
İşte bu nedenle Paul Silverthorne'nun Walton yorumu bende bu rahatlığı hissettirmediğinden, yorumunu her an tetikte olarak dinledim.
Şostakoviç senfoniye gelince. İDSO bu yıl az konser vermesine rağmen, geçen yıllara oranla daha "öz" konser verdi diyebilirim. Rahbari ile Bartok, Kevin Griffiths'le Prokofieff ve Hempel'le Şostakoviç bu "öz" konserlerin neticesinde gerçekleşti. Bu nedenle Şostakoviç yorumu mümkün olan en az hata ve yorum kazasına uğramadan seslendirildi diyebilirim. Kaldı ki eserin uzun ve dikkat dağıtıcı ilk bölümü orkestrayı test eder nitelikteydi.
Lütfi Kırdar Kongre Merkezinde verilen ve Alexander Rahbari'nin yönettiği konserin solisti Devlet sanatçısı piyanist Sayın Ayşegül Sarıca'ydı. Programda Ferit Tüzün'ün Esintiler'i, Beethoven'in Op.58, 4 numaralı Sol Majör piyano konçertosu ve Edward Elgar'ın Enigma çeşitlemeleri yer alıyordu.
Konserin ilk eseri Ferit Tüzün'ün Esintiler'i idi. Daha önce Köçekçe eseri için yazdığım yorum gibi bu eser için de dinleyicinin yakından tanıdığı ve sevdiği "Popüler" eserlerden biri olduğunu söyleyebilirim. Bu eserde çok iş düşen nefesli çalgılar hatasız bir şekilde eseri yorumladılar. Buradan tek tek isim vermek istememekle birlikte Bülent Evcil ve Sezai Kocabıyık'ın uyumları çok başarılıydı. Fagot sololarda ise Nüvit Has gereken herşeyi yaptı diyebilirim. Yeri gelmişken bir de hatırlatma, Köçekçe eserinde ismini öğrenemediğim için tebrik edemediği klarinet sanatçısı ise Evrim Güvemli'ydi. Buradan sololar için bir kez daha kutluyorum. Zaten Ayşegül Kirmanoğlu ile bu hafta yine başarılı bir ikili oluşturdular.
Ve Beethoven...
Herkesin mutlaka dinlemekten zevk aldığı birkaç solist vardır. Konser vermelerini merakla bekler ve konser sırasında heyecanlanırız, sanki sahnede solist yerine biz varızdır. Sayın Ayşegül Sarıca da benim bunları hissettiğim solistlerden biridir. Moda'ya gelenler Sarıca konağının önünden mutlaka geçmişlerdir. Haşmetli taş binanın önünden geçerken, acaba içi nasıldır ? içinde kimler oturuyor ? gibi sorular kafanızdan geçerken demir kapının açılması ile Sayın Ayşegül Sarıca'ya rastlamanız işten bile değildir. Ne yazık ki ülkemizde yaşanan kültür erozyonu nedeni ile genç kuşağın yolda karşılaştığında tanımadan geçip gideceği Ayşegül Sarıca kapısını kapar ve aranızdan süzülür gider...
Beethoven'in 4. piyano konçertosu bestecinin en tanınmış eserlerinden biri olduğu için konserin ağır topuydu diyebilirim. Kaldı ki bu ağır topu ateşleyen kişi de Sayın Sarıca olduğundan çıkacak gümbürtüyü merakla bekledim. Konser öncesinde mikrofon plasmanını yaparken bir yandan da Ayşegül hanımın provasını dinleme olanağı buldum. Tam o sırada orkestrayı yöneten Sayın Rahbari de sahneye gelerek Ayşegül hanıma konçerto ile ilgili kendi yorumlarını söylemeye başladı. Bu sahne çok ilginçti, zira solistler genelde kendi yorumlarına karışılmasını pek sevmezler. Ancak Ayşegül hanımın yorumları dikkatle dinleyip Rahbari ile sanki bir hastanın üzerinde konsültasyon yaparmış gibi bunları deneyip fikirlerini söylemesi bana küçük bir masterclass ortamı yaşatmadı değil.
Konser başladığında piyano girişinde küçük bir kaza olsa da eserin geri kalanında Ayşegül hanımın tüm ağırlığını hissettik ve top ateşlenmesi gerektiği gibi ateşlendi. Eserin sonunda (ki 38 dakikalık bir yorumdu) Ayşegül hanım dinleyicilerin yoğun alkışına Beethoven'in La valse ve Schubert'in bir impromtu'sü ile karşılık verdi. Toplamda 50 dakikaya yakın bir performansla Ayşegül Sarıca'yı dinlemeye doyduğumuzu söyleyebilirim.
İkinci yarıda ise Edward Elgar'ın Enigma Çeşitlemeleri yer alıyordu. Ülkemizde konser programlarında sıklıkla yer almayan bu eseri 3-4 yıl aradan sonra tekrar dinlemek ilginç oldu diyebilirim. Bir bilmecenin üzerine kurulu olan Enigma Çeşitlemeleri Elgar'ın baş yapıtlarından sayılmakta ve birçok klâsik müzik dinleyicisinin diskoteğinde de bulunan bir eser. Genç dinleyicilerimiz arasında film müziklerine ilgi duyanların "bunu nereden hatırlıyorum" diyecekleri eser Matrix filminin Soundtrack'inde yer alan Clubbed To Death -Kurayamino Mix'te kullanılmıştı.
Daha önceki bloglarımda da belirttiğim gibi Alexander Rahbari İstanbul Devlet Senfoni Orkestası için önemli bir şef. Orkestra içinde görüşlerimi paylaşmayan üyeler olsa da, orkestranın konser performansına baktığımızda sonuçların diğer şeflere göre çok daha iyi olduğunu görebiliyoruz. Bu arada aklıma gelen bir kaç şeyi de burada eklemekte fayda görüyorum. Özellikle bu yıl orkestrada viyola grubunun atak yaptığını fark ettim. Daha önceki yıllara göre kendinden emin ve solo bölümlerde senkron ve entonasyon sorunu yaşamayan bir grup oluşturdular. Kaldı ki Enigma çeşitlemelerinde Ersin Pamukçu'nun soloları gayet başarılıydı. Trombon grubunın performansı da dikkat çekiciydi. Her yazımda dikkat çektiğim ve ses çırtlaması olarak tarif edebileceğim kazalara maruz kalan korno grubu ise Beethoven'de yaşanan iki kaza dışında bu hafta konseri en az "cırtlama" ile atlattı.
Konser sonunda Rahbari her zaman olduğu gibi dinleyicilerin alkışlarına eserden küçük bir bölümü tekrarlayarak cevap verdi ve Elgar'ın 10 ölçülük bir temadan neler yarattığını "uygulamalı" olarak gösterdi.
Sonuç olarak 3 Nisan 2009 Cuma gününe kadar İstanbullu dinleyicilerden uzak kalacak olan İDSO gelecek konserlerinde Çaykovski ve Respighi gibi iki bestecinin zor eserlerini seslendirecek. Onlara şimdiden kolay gelsin diyelim.
Yazımı bitirirken konser programlarına Bir Konser programının yayın tarihlerini ve saatlerini koyan ve 15 yıldır bu programı yapan biri olarak hem orkestranın hem de kendi emeklerimin dinleyiciye ulaşması adına yaptığım bu ricayı kırmadığı için Sayın Alp Altıner üstadıma teşekkür etmek istiyorum.
13 Mart 2009 konserinin kayıtlarını 25 Mart 2009 Çarşamba akşamı saat 20.00'den itibaren Radyo 3'ten ya da TRT'nin internet sitesinde yer alan Radyo 3 sekmesinden canlı olarak dinleyebilirsiniz. (Ulaşmak için burayı tıklayınız.)
Bir dahaki yazıma kadar müzik dolu günler diliyorum. Hoşçakalın.