3 Aralık 2009 Perşembe

Haberler (3)...

Sevgili müzikseverler, TRT Radyo 3 müdavimlerinin, çözülmesini dört gözle bekledikleri yayın krizinde nihayet mutlu sona ulaşıldı ve kanalımız bugünden itibaren “taze bant” ve “canlı” programlar yayınlamaya yeniden başladı. Önümüzdeki bir hafta içinde 2010 yılı program takviminin de kesinleşmesini bekliyoruz. O haberi aldığımızda da sizleri bilgilendireceğiz.

19 Kasım 2009 Perşembe

Haberler (2)...

Sevgili TRT Radyo3 dinleyicileri,

11 Kasım 2009 Çarşamba akşamüzeri saat 18:00 den geçerli olmak üzere, Radyo3 yayınlarında önceden yaptığımız programlar tekrar edilmekte idi.

Bugün yani 18 Kasım saat 17:00 itibari ile yayınlanması için daha önce teslim ettiğimiz programlar, planlanan tarihlerinde yayınlanacaktır.

Sevgili Dinleyenler,
Bu uygulamanın biran önce düzeltilmesi için, en üst yönetim düzeyinde girişimler devam etmektedir.
Yeniden Radyo3'e kavuşmak üzere.
Sevgiler.

TRT RADYO3 Istanbul Yapımcıları

13 Kasım 2009 Cuma

Haberler...




Sevgili Radyo 3 dinleyicilerine bilgi,

11 Kasım saat 18:00'den beri yayınlanan dış yapım programlar eski tarihlidir.
Bu tarih ve saat itibarı ile dış yapımcıların görevi durdurulmuştur.

Biz Radyo 3 Istanbul Yapımcıları olarak, bizlere tam destek veren servis ve radyo yoneticilerimizin yapacagi toplantilarda olumlu sonuçlara ulaşacaklarını umuyor, sizlerle olan ayrılığımızın kısa sürede sona ereceğini düşünmeye çalışıyoruz.

Gelişmeleri buradan öğrenmeye devam edebilirsiniz.
Ayrıca yine bu blog aracılığı ile bizlere olan desteğinizi ulaştırmaya devam ederseniz çok mutlu oluruz.

Bizlere ulasabileceğiniz diğer adreslerimiz:

Twitter'da : www.twitter.com/Radyo3forever

facebook'ta : www.facebook.com/group.php?v=info&ref=ts&gid=72807751446

Yeniden buluşmak dileği ile...

Radyo 3 Istanbul Yapımcıları

9 Mayıs 2009 Cumartesi

İDSO 1 Mayıs 2009 Konseri

Merhaba;

Yine uzun bir aradan sonra birlikteyiz. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın sondan bir önce verdiği konserle bu sezonu kapatma yolunda ilerliyoruz. Orkestranın 15. konseri bu sene 1 Mayıs tarihine gelmesi konserin kayıt hazırlıklarını yaparken beni düşündüren durumlardan biriydi. Her "1 Mayıs"larda tedirgin bir bekleyiş yaşandığı için bu yıl artık "resmi bayram" olsa da yine de 30 yıllık bir huzursuzluğun benliğimi kaplamadığını söylesem yalan söylemiş olurdum. Bu yıl orkestranın konserini Taksim yerine Caddebostan'da vermesi belki de orkestrayı dinlemeye gelen izleyici sayısının yüksek olmasını sağladı da diyebiliriz.

1 Mayıs konserini Polonyalı şef Lukasz Browicz yönetti. Browicz 1977 doğumlu genç sayılabilecek ancak görünen o ki deneyimli bir şef ve bu konserde bu deneyimini orkestraya mümkün olduğu kadar hissettirmiş. Konserin solisti ise Alman kemancı Katrin Scholz'du. Konserde Carl Maria von Weber'in "Der Freischütz" Operası Uvertürü, Max Bruch'un 1. Keman konçertosu ve Antonin Dvorak'ın 7. Senfonisi seslendirildi. Başkemancı Şafak Tanyel'di.

Carl Maria von Weber'in "Der Freischütz" Operası Uvertürü seslendirilmeye başlandığı anda ilk duyduğum şey yine orkestranın senkronizasyon sorununun nüksettiği idi. Burada şefin mi yoksa orkestranın mı bir sorunu var bunu bilemiyorum. Ancak özellikle birinci ve ikinci keman arasındaki dengesizlik nedeni ile uvertür güme gitti. Yay ve parmak değişimlerinin sorunlu olması bunda etken olabilir. Bu tarz uvertürler orkestranın birlikteliğini sınadığı için daha fazla özen gösterilmesi gereken eserlerdir. Allahtan nefesliler konusunda bir sıkıntı yaşanmadığı için, forte nüanslara çıkıldığında eser gerek duyduğu görkemi dinleyiciye hissettirdi.

Konserde ikinci olarak seslendirilen eser Max Bruch'un Sol minör 1. Keman konçertosuydu. Alman kemancı Katrin Scholz tarafından yorumlanan eser kemancıların çalmayı sevdiği konçertolardan biriydi. Doğal olarak sanatçılar tarafından rağbet gören bir eser, dinleyicinin de kulağına aşina olduğundan "alkış garantili" eserler sınıfına giriyor.

Katrin Scholz bence sonradan açılan sanatçılardan. Eser başladığında ilk izlenimlerim konservatuar lisans bölümünde bu tarz çalabilecek bir sürü öğrenci olabileceği idi. İlk bölüm bir parça bu hislerle geçince ümitsizliğe kapılmadım değil. Bunun hissettiren şeylerin en başında, Max Bruch'un bu eserinin feminen bir konçerto olmadığıdır. Maskülen akorlar, yeri geldiğinde haşin melodiler nedeni ile konçerto, eğer eseri yorumlayacak kişi bir kadınsa "kadınlığını" unutup neredeyse "gülle" veya "çekiç" atan eski Sovyet sporcular gibi erkeksi görünüme bürünmesini bile gerektirebilir.

Ancak ikinci bölüm geldiğinde hissettiklerim değişmeye başladı. Romantizmin yoğunlaşmaya başlaması, vibratoların artması karşımda gülle atıcısı birini görmek yerine zarif ve duygusal bir kemancının olduğunu fark etmemi sağladı. Katrin Scholz ikinci bölümde birinciye oranla konçertoya daha hakim bir görüntü sergiledi. Bu arada konçerto ikinci bölüme geldiği anda Max Bruch değil de Mendelssohn keman konçertosunu dinlediğinizi sanabiliyorsunuz. Bunda en büyük etken Bruch'un fazlaca Mendelssohn hayranı olması. Bu his ikinci bölümde alabildiğine size etki ettikten sonra bağlanan üçüncü bölüm yine bir "Mendelssohn'umsu" bölüm.

Üçüncü bölümde Katrin Scholz'un teknik olarak başarılı bir kemancı olduğunu anladık. Çift sesler ve arpejlerde entonasyon sorunu yaşamayan sanatçının bendeki tek olumsuz izlenimi ise yayına verdiği baskıların bazen ayarsız kaçtığı ve forze edilen seslerin gıcırdamaya yol açtığı. Bu da iyi sanatçı ile virtüoz arasındaki ince fark olsa gerek.

Yine de Katrin Scholz'un Max Bruch yorumu başarılı sayılabilir, özellikle üçüncü bölüm performansı dinleyiciyi etkilediği için "Bis"e davet edilen sanatçı, dinleyiciyi kırmadı ve Eugene Ysaye'nin Keman sonatlarından "Şafak" başlıklı bölümü seslendirdi. Bence ilginç bir seçim oldu, zira Bruch gibi giderek gerginleşen ama bir türlü rahatlamayan ve sizi sonunda hedefe ulaşan bir eseri bitirdikten sonra "tav'a" gelmiş dinleyiciyi bu yüksek seviyeden ancak sonunda coşkuyu hissettiren bir eserle selamlamak ne kadar iyi bir seçim oldu tartışılır. Bence oraya bir Paganini yakışırdı.

İkinci bölümde bizi Dvorak'ın 7. Senfonisi bekliyordu. Senfoniler söz konusu olduğunda kişisel zevkim iki isim üzerinde yoğunlaşıyor. Birincisi Beethoven, diğeri ise tahmin edebileceğiniz gibi Dvorak. Klasik dönemden Romantik döneme köprü olması nedeni ile Beethoven'i, Romantik dönemden Neo-Klasik döneme atıfta bulunması nedeni ile de Dvorak'ı seviyor olabilirim bilemiyorum.

Polonyalı şef Lukasz Browicz'in orkestraya nasıl bir katkıda bulunduğunu anlamak açısından senfoniyi daha dikkatli dinlemeye başladığımda eseri Weber uvertüründen daha fazla çalıştırdığını hissettim. Birinci bölüm ve ikinci bölümde "aman" dedirtecek hatalar olmasa da yine de "oh" dedirtecek bir yorum da getirmedi. Kemanlarda az oranda birliktelik sorunu, kornolarda klasik cırtlamaları saymazsak ilk iki bölüm fena değildi. Ancak konseri editlerken duyduğum ikinci bölümün son notalarında kemanlardan gelen bir glissando vardı ki "evlerden ırak" dedirten bir şeydi.

Üçüncü bölüm sanırım şefin en sevdiği bölümdü -ki konserin sonunda bis olarak bu bölümün kısa bir tekrarını yaptırdı- Lukasz Browicz bütün ilgisini bu bölüme vermişti. Bu bölüm için viyolonsel ve kontrbas grubunu kutlamak istiyorum. Dvorak ruhuna yakışır bir yorumda bulundular.

Dördüncü bölüm tanınmış Dvorak senfonileri içinde en Dvorak olmayanlardan biri kanımca. Gerçi karanlık yapısı ile Dvorak'ın "Patetik" senfonisi olarak adlandırılan 7. Senfoniye uyan bir son bölüm olsa da, 8. ve 9. Senfonilerin son bölümleri ile karşılaştırıldığında sanki başka birisi yazmış hissi vermiyor değil. Bu bölümde ise öne çıkan yine nefesli grubu oldu, özellikle flüt-obua birlikteliği çok iyi idi.

Eserin sonlarına doğru artan tansiyona ne yazık ki kemanların tiz notaları gereken titiz cevabı veremedi. Halbuki o tiz notalar doğru şekilde tınlasalar belki de eserin sonunda coşarak "evet işte böyle olmalı" diyebileceğimiz bir tepki verebilirdik.

Bu haftayı özetlersek, şef bir dinamik yakalamaya çalışmış, orkestra da bu değişkene cevap vermek istemiş, solist sonradan açılmış konseri toparlamış ancak bütüne baktığımızda "önümüzdeki maçlara inşallah" dediğimiz bir konser çıkmış.

Bu konseri 13 Mayıs 2009 Çarşamba akşamı saat 20.00'den itibarnen TRT-Radyo-3'te yayınlanan "Bir Konser" programında dinleyeceksiniz. Programla ilgili görüş ve önerilerinizi birkonser.idso@trt.net.tr adresine yazabilirsiniz.

Bu arada 15 Mayıs 2009 tarihinde sezonun son konserini verecek olan İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ülkemizin en önemli sanatçılarından biri olan Suna Kan'a eşlik edecek. Özellikle İstanbullu dinleyicilerin her an izleme şansı bulamadığı bu sanatçımızı izlemek ve orkestranın kapanış konserini daha görkemli bir hale getirmek adına tüm dinleyicileri Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'ne davet ediyorum.

Saygılarımla.

15 Mart 2009 Pazar

İDSO 13 Mart 2009 Konseri

Merhaba Radyo 3 okurları;

İki haftadır İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın konserleri hakkında yazamadım, öncelikle bu gecikme için özür diliyorum. Bu hafta bu gecikmeyi telafi ederek 3 haftalık konser yorumlarını yazmaya çalışacağım. Umarım sizler de sıkılmadan bu yorumları okursunuz.

27 Şubat 2009 Konseri

Öncelikle orkestranın 27 Şubat 2009 tarihinde Verda Erman'la verdiği konserden başlayalım. Konserin programında Johannes Brahms'ın Op.15, 1 numaralı, re minör piyano konçertosu ve Sergei Prokofieff'in Romeo ve Julliet bale süitleri yer alıyordu. Orkestrayı Kevin Griffiths yönetti.

İlk bloguma başladığımda bahsettiğim Howard Griffiths'in oğlu Kevin Griffiths, genç ve idealleri olan bir şef. Orkestra programında yer alan Prokofieff ise Kevin'in İstanbullu dinleyicilere kendini göstermesi adına iyi seçilmiş bir eser olduğuna inanıyorum. Brahms'ın piyano konçertosunda ise orkestrayı iyi bir eşlikçi olarak yönetti.

Devlet sanatçısı Sayın Verda Erman'ın programda Brahms'ı yorumlaması ise dinleyiciye rahat rahat konserden zevk almasını sağlayacak ve teknik gösteriden çok yorumla kulakların pasını alacak bir seçim olmuş. Her zaman söylediğim gibi, bazı sanatçıların bir yerden sonra eleştrilmemesi gerekiyor. Bugüne kadar zaten yapacakları çalışmaları yapmış ve verdikleri konserlerle olmaları gereken yerde olan bu sanatçıları artık kritik etmek yerine, koltuklara oturup yorumlarından zevk almak gerekiyor. (Tabii olağanüstü bir durum olup konserde bir facia yaşanmamışsa) Yoksa bir iki hata, bir iki nota kaçması gibi eleştrilerle, isim olmuş kişilerin üzerinden prim yapmak bence çok gereksiz.

Sayın Verda Erman'ın Brahms yorumu genel olarak olması gerektiği gibiydi. İlk bölümde biraz yüreğimiz ağzımıza gelse de ikinci ve üçüncü bölümlerde Brahms'tan keyif aldığımızı söyleyebilirim. Kaldı ki bis parçası olarak Chopin'in Do diyez minör noktürnünü dinlerken, Brahms'ın coşkusunu sakinleştirecek başka bir eser olamazdı diye düşünüyorum.

Kevin Griffiths'le Prokofieff Romeo ve Julliet Bale Süitleri'ne gelince. Orkestrayı iyi kavramış Kevin Griffiths. Eserin yorumunu başarılı buldum. Özellikle eserin sonunda yer alan ve her an bir orkestra elemanının ofsayta düşürebilecek partisyonda hiç bir hatanın olmaması, orkestranın Kevin'e olan güvenini gösterdi.

6 Mart 2009 Konseri

Orkestranın 6 Mart 2009 tarihinde Caddebostan Kültür Merkezinde verdiği konseri Jurjen Hempel yönetti. Konsere İngiliz viyolacı Paul Silverthorne solist olarak katıldı ve Sir William Walton'ın viyola konçertosunu seslendirdi. Programın diğer eseri Dmitri Şostakoviç'in Op.53, 6 numaralı si minör senfonisiydi.

Orkestrayı yöneten Jurjen Hempel'i geçtiğimiz konser sezonlarında hatırlıyoruz. Temkinli bir şef olan Hempel bugüne kadar orkestrayı olağanüstü olmasa da vasatın üzerinde yönetti diyebiliriz. Bu nedenle konser programına baktığımda üç aşağı beş yukarı olacak performansı tahmin edebildim. Bu performansla ilgili yorumları biraz sonraya bırakalım ve İngiliz viyolacı Siverthorne ile ilgili yoruma geçelim.

Paul Silverthorne'nun sanatçı kariyerine baktığımızda sanatçının İngiltere'nin önemli viyola sanatçılarından biri olduğunu görüyoruz. Buraya kadar herşey gayet güzel. Ancak konserde dinlediğimiz Walton yorumu ne yazık ki Konservatuar mezuniyet konserinden öteye gidemedi. Eser hem çağdaş hem de ilginç biçimde romantik yapıda olduğu için zaten yorumcuyu hafif bir şizofreniye sürüklüyor. Bunun üzerine bir de teknik zoruluklarını da eklerseniz, Walton'ın viyola konçertosunun aslında o kadar da yenilir yutulur bir eser olmadığını fark edersiniz.

Çağdaş dönem bestecilerini yorumlarken, yorumcunun ne kadar başarlı olduğunu gösteren tek şey onun ne kadar ızdırap çektiği görmemektir. Geçen gün sevgili Neşet Ruacan üstadımla oturup bir kez daha André Gertler'in Bartok yorumunu plâktan dinlediğimde (bu arada kulakların çınlasın Tuncay Yılmaz) olması gereken çağdaş dönem yorumunun dinlediğinizde aslında ne kadar keyif verdiğini ve sizi nasıl başka bir diyara sürüklediğini hissediyorsunuz.

İşte bu nedenle Paul Silverthorne'nun Walton yorumu bende bu rahatlığı hissettirmediğinden, yorumunu her an tetikte olarak dinledim.

Şostakoviç senfoniye gelince. İDSO bu yıl az konser vermesine rağmen, geçen yıllara oranla daha "öz" konser verdi diyebilirim. Rahbari ile Bartok, Kevin Griffiths'le Prokofieff ve Hempel'le Şostakoviç bu "öz" konserlerin neticesinde gerçekleşti. Bu nedenle Şostakoviç yorumu mümkün olan en az hata ve yorum kazasına uğramadan seslendirildi diyebilirim. Kaldı ki eserin uzun ve dikkat dağıtıcı ilk bölümü orkestrayı test eder nitelikteydi.


13 Mart 2009 Konseri

Nihayet 13 Mart konserine gelebildik. Dediğim gibi bu hafta 3 haftalık yorum yazdığım için biraz uzun bir blog oldu.
Lütfi Kırdar Kongre Merkezinde verilen ve Alexander Rahbari'nin yönettiği konserin solisti Devlet sanatçısı piyanist Sayın Ayşegül Sarıca'ydı. Programda Ferit Tüzün'ün Esintiler'i, Beethoven'in Op.58, 4 numaralı Sol Majör piyano konçertosu ve Edward Elgar'ın Enigma çeşitlemeleri yer alıyordu.

Konserin ilk eseri Ferit Tüzün'ün Esintiler'i idi. Daha önce Köçekçe eseri için yazdığım yorum gibi bu eser için de dinleyicinin yakından tanıdığı ve sevdiği "Popüler" eserlerden biri olduğunu söyleyebilirim. Bu eserde çok iş düşen nefesli çalgılar hatasız bir şekilde eseri yorumladılar. Buradan tek tek isim vermek istememekle birlikte Bülent Evcil ve Sezai Kocabıyık'ın uyumları çok başarılıydı. Fagot sololarda ise Nüvit Has gereken herşeyi yaptı diyebilirim. Yeri gelmişken bir de hatırlatma, Köçekçe eserinde ismini öğrenemediğim için tebrik edemediği klarinet sanatçısı ise Evrim Güvemli'ydi. Buradan sololar için bir kez daha kutluyorum. Zaten Ayşegül Kirmanoğlu ile bu hafta yine başarılı bir ikili oluşturdular.

Ve Beethoven...

Herkesin mutlaka dinlemekten zevk aldığı birkaç solist vardır. Konser vermelerini merakla bekler ve konser sırasında heyecanlanırız, sanki sahnede solist yerine biz varızdır. Sayın Ayşegül Sarıca da benim bunları hissettiğim solistlerden biridir. Moda'ya gelenler Sarıca konağının önünden mutlaka geçmişlerdir. Haşmetli taş binanın önünden geçerken, acaba içi nasıldır ? içinde kimler oturuyor ? gibi sorular kafanızdan geçerken demir kapının açılması ile Sayın Ayşegül Sarıca'ya rastlamanız işten bile değildir. Ne yazık ki ülkemizde yaşanan kültür erozyonu nedeni ile genç kuşağın yolda karşılaştığında tanımadan geçip gideceği Ayşegül Sarıca kapısını kapar ve aranızdan süzülür gider...

Beethoven'in 4. piyano konçertosu bestecinin en tanınmış eserlerinden biri olduğu için konserin ağır topuydu diyebilirim. Kaldı ki bu ağır topu ateşleyen kişi de Sayın Sarıca olduğundan çıkacak gümbürtüyü merakla bekledim. Konser öncesinde mikrofon plasmanını yaparken bir yandan da Ayşegül hanımın provasını dinleme olanağı buldum. Tam o sırada orkestrayı yöneten Sayın Rahbari de sahneye gelerek Ayşegül hanıma konçerto ile ilgili kendi yorumlarını söylemeye başladı. Bu sahne çok ilginçti, zira solistler genelde kendi yorumlarına karışılmasını pek sevmezler. Ancak Ayşegül hanımın yorumları dikkatle dinleyip Rahbari ile sanki bir hastanın üzerinde konsültasyon yaparmış gibi bunları deneyip fikirlerini söylemesi bana küçük bir masterclass ortamı yaşatmadı değil.

Konser başladığında piyano girişinde küçük bir kaza olsa da eserin geri kalanında Ayşegül hanımın tüm ağırlığını hissettik ve top ateşlenmesi gerektiği gibi ateşlendi. Eserin sonunda (ki 38 dakikalık bir yorumdu) Ayşegül hanım dinleyicilerin yoğun alkışına Beethoven'in La valse ve Schubert'in bir impromtu'sü ile karşılık verdi. Toplamda 50 dakikaya yakın bir performansla Ayşegül Sarıca'yı dinlemeye doyduğumuzu söyleyebilirim.

İkinci yarıda ise Edward Elgar'ın Enigma Çeşitlemeleri yer alıyordu. Ülkemizde konser programlarında sıklıkla yer almayan bu eseri 3-4 yıl aradan sonra tekrar dinlemek ilginç oldu diyebilirim. Bir bilmecenin üzerine kurulu olan Enigma Çeşitlemeleri Elgar'ın baş yapıtlarından sayılmakta ve birçok klâsik müzik dinleyicisinin diskoteğinde de bulunan bir eser. Genç dinleyicilerimiz arasında film müziklerine ilgi duyanların "bunu nereden hatırlıyorum" diyecekleri eser Matrix filminin Soundtrack'inde yer alan Clubbed To Death -Kurayamino Mix'te kullanılmıştı.

Daha önceki bloglarımda da belirttiğim gibi Alexander Rahbari İstanbul Devlet Senfoni Orkestası için önemli bir şef. Orkestra içinde görüşlerimi paylaşmayan üyeler olsa da, orkestranın konser performansına baktığımızda sonuçların diğer şeflere göre çok daha iyi olduğunu görebiliyoruz. Bu arada aklıma gelen bir kaç şeyi de burada eklemekte fayda görüyorum. Özellikle bu yıl orkestrada viyola grubunun atak yaptığını fark ettim. Daha önceki yıllara göre kendinden emin ve solo bölümlerde senkron ve entonasyon sorunu yaşamayan bir grup oluşturdular. Kaldı ki Enigma çeşitlemelerinde Ersin Pamukçu'nun soloları gayet başarılıydı. Trombon grubunın performansı da dikkat çekiciydi. Her yazımda dikkat çektiğim ve ses çırtlaması olarak tarif edebileceğim kazalara maruz kalan korno grubu ise Beethoven'de yaşanan iki kaza dışında bu hafta konseri en az "cırtlama" ile atlattı.

Konser sonunda Rahbari her zaman olduğu gibi dinleyicilerin alkışlarına eserden küçük bir bölümü tekrarlayarak cevap verdi ve Elgar'ın 10 ölçülük bir temadan neler yarattığını "uygulamalı" olarak gösterdi.

Sonuç olarak 3 Nisan 2009 Cuma gününe kadar İstanbullu dinleyicilerden uzak kalacak olan İDSO gelecek konserlerinde Çaykovski ve Respighi gibi iki bestecinin zor eserlerini seslendirecek. Onlara şimdiden kolay gelsin diyelim.

Yazımı bitirirken konser programlarına Bir Konser programının yayın tarihlerini ve saatlerini koyan ve 15 yıldır bu programı yapan biri olarak hem orkestranın hem de kendi emeklerimin dinleyiciye ulaşması adına yaptığım bu ricayı kırmadığı için Sayın Alp Altıner üstadıma teşekkür etmek istiyorum.

13 Mart 2009 konserinin kayıtlarını 25 Mart 2009 Çarşamba akşamı saat 20.00'den itibaren Radyo 3'ten ya da TRT'nin internet sitesinde yer alan Radyo 3 sekmesinden canlı olarak dinleyebilirsiniz. (Ulaşmak için burayı tıklayınız.)

Bir dahaki yazıma kadar müzik dolu günler diliyorum. Hoşçakalın.

3 Mart 2009 Salı

TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası'nın Nardis Konseri'ne Sizleri de Bekliyoruz...

Türkiye’nin en önemli caz müzisyenlerinden oluşan

 ‘’TRT İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası’’ 

5 Mart Perşembe Gecesi Saat 20.00’da Nardis Jazz Club’ta unutulmayacak bir konser verecek…


Caza âşık oldular!

Hep birlikte bir yolculuğa çıktılar…

Caza olan tutkuları hiç sönmedi…

Onlar;

Türk Cazının Cesur Yürekleri!

Türk Cazının Babaları!


Türkiye’nin "Big Band" repertuarına sahip en deneyimli ve kıdemli orkestrası olan ‘’TRT İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası’’  kadrosundaki dev yıldızlarla yepyeni bir dönemin ilk örneklerini verecek. 


Jam-Session'un özel konuğu Erik Smith


TRT İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası ve Erik Smith 5 Mart Perşembe gecesi Nardis Jazz Club’ ün sıcak ve samimi ortamında, caz severlere caz ile dopdolu bir gece yaşatmayı vaat ediyor. 


Müzik dünyasının en önemli davulcularından biri olan Erik Smith, 

jam-session’ da  ‘’TRT İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası’’ na eşlik edecek.

Smith; jazzdan fusiona rocktan popa birçok farklı tarzda ses getiren 

çalışmalarda yer almış, usta bir davulcu. 


Dünyanın önde gelen müzisyenlerinden

 Art Garfunkel, Michael Bolton, Neil Sedaka, Josh Groban, Donna Summer, 

Engelbert Humperdinck, John Miles, Boney M, Johnny Logan, Lisa Nilsson, 

Randy Crawford’la çalmıştır.



TRT İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası 1982 yılında kuruldu.

Ülkemizin başarılı, seçkin müzisyenlerini bir araya getiren Orkestra, tüm dünyadaki örnekleri gibi “Big Band” yapısındadır. Kurulduğu yıllarda olduğu gibi günümüzde de ülkemizde türünün ilk ve tek örneği olma özelliğini taşıyan Orkestra, caz klasiklerinin geniş kitlelere ulaşmasını ve yaygınlaşmasını sağladığı gibi, yaylı sazlar eklenerek ulusal ve evrensel hafif müzik örneklerini de başarı ile icra etmektedir. 



Kurulusundan 1997 yılına kadar şef ‘’Süheyl Denizci’’ ile çalışmalarını sürdüren orkestra halen şef ‘’Neşet Ruacan’’ yönetiminde yola devam etmektedir. 27 yılını geride bırakan ‘’TRT İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası’’ radyo-televizyon programları dışında ulusal ve uluslar arası kültür ve sanat etkinliklerinde ülkemizi basarı ile temsil etmektedir.  (www.trt.net.tr)


Gecede Yer Alacak Müzisyenler:


Big Band:


Asax: Meriç Demirkol 

Tsax: Tayfun Duygulu 

Asax: Serhan Erkol 

Tsax: Engin Recepoğlu 

Bsax: Barış Özer 

Trombon:Emre Kayhan 

Trombon:Hakan Çimenot 

Trombon:Kürşat Sekban 

Trombon:Sacit Çöze 

Trompet:İmer Demirer 

Trompet:Halil İbrahim Işık 

Trompet:Elmar Azimov 

Trompet:Fehmi Özbilek 

Trompet: Aldoğan Şimşekyay 

Piyano:Serkan Özyılmaz 

Gitar: Kamil Özler 

Kontrbas: Ozan Musluoğlu 

Vurmalı Çalgılar: Yalçın Şaşmaz 

Davul: Onur Alatan 

Konuk Davulcu: Erik Smith 

  

Küçük Grup:  


Davul: Erik Smith 

Davul: Onur Alatan 

Trompet: İmer Demirer 

Piyano: Serkan Özyılmaz 

Kontrbas: Ozan Musluoğlu 

Gitar: Neşet Ruacan 

Gitar: Kamil Özler 

Gitar: Cem Tuncer 

Trombon: Emre Kayhan 

Trombon: Hakan Çimenot 

Asax: Meriç Demirkol


Not: Konserin kayıtları TRT Radyo 3'ten 25 Mart 2009 Saat 20:00 de yayınlanacaktır.



27 Şubat 2009 Cuma

İDSO 20 Şubat 2009 Konseri


Merhaba

İDSO'nun 20 Şubat 2009 Cuma günü verdiği konseri Alexander Rahbari yönetti. Rus gitarcı Dimitri Illarionof'un solist olarak katıldığı konserde Erkin, Rodrigo ve Bartok'un eserleri yer alıyordu.

Öncelikle konserin verildiği mekan olan Lütfi Kırdar kongre merkezinden bahsetmek istiyorum. Daha önce spor ve sergi sarayı olarak bilinen ancak geçirdiği tadilattan sonra gerçekten İstanbul'a yakışır bir kongre merkezi olan yapının konser salonu içeriye girdiğiniz anda sizi etkiliyor. Senelerdir Atatürk Kültür Merkezi'nin büyük salonunun neden bu şekilde yapılmadığı konusunda hep sorularım oldu. Belki bu tadilatta içerideki akustik ve diğer düzen adına yakışır hale getirilir. Açıkcası İDSO'yu Lütfi Kırdar kongre merkezinin bu salonunda dinlemekten keyif alıyorum.

Konser Ulvi Cemal Erkin'in Köçekçe Süiti ile başladı. Klasik müzikle şöyle ya da böyle ilgilenen insanlara "Türk bestecilerin eserlerinden bildiğiniz ne vardır ?" diye bir soru sorsak çoğu kişinin adını vereceği bu eser gerçekten çağdaş Türk müziğinin "Pop" eseri sayılabilir.

Bu konserde de dört dörtlük yorumlanmasa da (sözüm yine senfoninin yaylı çalıgılarına) genel olarak tatmin edici bir yorum oldu. Eserin en can alıcı noktalarından biri olan klarinet solonun olduğu ve her an bir ses kazasına açık olan bölümde (soloyu yapan sanatçı arkadaşımızın ismi konser programında yer almasa da) Ayşegül Kirmanoğlu'nu aratmayacak başarıyı gösteren sanatçı arkadaşımızı kutlamak istiyorum. İsmini bu hafta öğrenebilirsem gelecek yazıda buradan bir kez daha tebrik edebilirim.

Her zaman eleştirdiğim ve düzelmediği sürece de eleştirmeye devam edeceğim yaylı çalgıların tek bir çalgıymışcasına çalamamaları nedeni ile her konserde inanın bir tarafım cız ediyor. Bu sorun ne yazık ki IDSO'yu A sınıfı bir orkestra olmaktan alıkoymakta.

Bundan yaklaşık 3-4 yıl önce BBC Senfoni Orkestrası'nın seslendirdiği Russlan ve Ludmilla operası uvertürünün keman bölümlerindeki hızlı pasajları sanki tek bir kemandan dinlermişcesine duyduktan sonra bu tarz bir yorumu kendi orkestramızdan beklemek sanırım en doğal hakkımız diye düşünüyorum.

Gelelim konserin solisti Dimitri Illarionof'a... Kendisi 1979 doğumlu bir sanatçı ve 30 yaş gibi artık sanatta olgunluğa doğru giden bir yolda verdiği konser performansı biraz düşündürücüydü. Açıkcası gitarcı olmadığımdan gitar tekniği yorumlarına girmek istemiyorum ama yine de bugüne kadar dinlediğim Rodrigo yorumları içinde "iyi bir yorumdu" diyebileceğim bir performans değildi.

Belki Sayın İrkin Aktüze bu hafta programı dinler ve benden daha iyi bir yorum getirir diye düşünüyorum. Yine klasik müzikle iyi kötü ilgilenen birilerine soracak olsanız, Rodrigo denilince aklınıza ne geliyor diye, alacağınız cevap çoğunlukla "gitar konçertosu" olacaktır. Bu biraz tek parça ile meşhur olmak gibi birşey. Ancak ne olursa olsun Aranjuez konçertosunun -özellikle de ikinci bölümünün- insanlarda bambaşka bir yeri vardır. Birçok kişiye klasik müziği sevdiren eserler listesinde "İlk On"a gireceği kesindir. Liste başında ise her zaman Vivaldi "Dört Mevsim" vardır.

Bir solist için bu kadar bilinen bir eseri çalmak hem avantaj, hem de dezavantaj sağlar. Dinleyici bildiği bir eseri dinleyeceği için mutludur, zira eser popülerdir. Bu da sizin avantajınızdır. Dezavantajı ise dinleyiciler eseri tanımaktadır ve sizin dışınızda birçok kişiden dinlemiştir. Dolayısı ile karşılaştırma yapabileceği veriler vardır kulağında. Bu nedenle "popüler eser" çalmak bir stress kaynağı da olabilir.

Dimitri Illarionof'un özgeçmişine baktığımızda birçok uluslararası yarışmaya katılmış ve ödüller kazanmış. Verdiği konserler ve çalıştığı topluluklar da önemli topluluklar arasında yer alıyor. Sonuç olarak sıradan bir gitarcı olmadığı ortada. Notasal hata yapmasa da yorumsal olarak bana neden bir hata varmış gibi tınladığını bilemiyorum Ancak dediğim gibi kariyeri ile verdiği konser o gece ters orantılı gibi geldi. Belki de konsantrasyon bozukluğu ya da az provadan kaynaklanmış olabilir. Yine de dinleyicimiz her soliste yaptığı gibi Dimitri Illarionof'u bir bis parçası çalmadan yollamadı. Hatta iki bis parçası diyebiliriz. Birincisi gitar konçertosunun ünlü ikinci bölümünden kısa bir tekrar, ikincisi ise Roland Dyens'in Tango en Skai başlıklı parçasıydı.

Konserin ikinci bölümüde ise tam bir bomba vardı. Orkestraların kolay kolay ele almadığı bir eser olan Bela Bartok'un Orkestra konçertosu... Bela Bartok (konservatuar yıllarında çoğu öğrencinin dalga geçtiği gibi baş "Bela"sı) bestelediği eserlerle gerek solistlerin gerek se orkestraların gerçekten "Bela"lısı bir bestecidir. Modern müziğin öncülerinden ve dünyanın birçok ülkesinin çağdaş halk müziği bestecilerine ilham kaynağı olan bu büyük besteci, ne yazık ki İkinci Dünya Savaşı sonucunda Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmek zorunda kalmış ve burada da değeri bilinemeden hayata veda etmiştir.

Bela Bartok 1936 yılında ülkemize de gelmiş ve A.Adnan Saygun'la birlikte Anadolu'yu gezmiş, birlikte halk müziğinin belkide çoktan yitip gidecek bir çok örneğini toplamış, daha sonra da Ankara Halkevi'nde verdiği konferansla belleklerimize kazınması gereken şu cümleyi söylemişti: "Çağdaş Türk Müziği halk müziğinin üzerinden yükselecektir..."

Bartok'un mektuplarından A.B.D'ye gitmeden önce Türkiye'ye gelmek istediği ancak mektuplarına olumlu bir cevap alamadığı için Birleşik Devletler'e gitmek zorunda kaldığı biliniyor. Ancak Bartok gibi bir ustanın Türkiye'ye gelmesini kimin ya da kimlerin istemediği konusu sırrını koruyor. Bu konuda benim de bazı düşüncelerim var ama elimde kesin kanıtlar olmadığından bu konuda yorum yapmaktan kaçınıyorum. Yine de bu konu hakkında elinde bilgileri olanlar varsa sevinerek tartışmak isterim.

Bartok hakkında bu bilgileri verdikten sonra Orkestra konçertosunun yorumuna gelince. Orta şekerli bir ilk yarıdan sonra ikinci bölümde yer alan bu eserin nasıl yorumlanacağını merakla bekledim. Sonuç olarak şef kürsüsünde yer alan Rahbari olduktan sonra büyük eserlerin en azından ortanın üzerinde olmasını bekliyoruz. Zira Rahbari İDSO'nun uzun zamandır aradığı bir şef. Her ne kadar Tadeusz Strugala'yı orkestra çok büyük bir mutlulukla karşılamasa da bugüne kadar verdikleri başarılı konserin ardında Strugala vardı. Onunla yollarını ayırdıktan sonra son dönemlerde sıklıkla konser verdiği Rahbari, orkestranın ihtiyacı olan enerjiyi bence kesinlikle veriyor.

Ezbere yönettiği ve büyük hataların olmadığı Orkestra Konçertosu bence bu yılın flaş konserlerinden biri oldu. 43 dakika gibi uzun sayılacak eser hem orkestranın kalitesini hem de kondisyonunu test eder nitelikte bir eser. Bu nedenle başta başkemancı Ayşe Özbekligil olmak üzere orkestranın tümünü bu yorum için kutlamak gerekiyor.

Bu konserin kaydını 4 Mart 2009 Çarşamba akşamı saat 20.00'da Radyo 3'ten dinleyebilirsiniz. Konser ayrıca TRT'nin internet sayfasından canlı olarak ta yayınlanıyor.

Gelecek hafta bir başka konser yorumunda buluşuncaya kadar hepinize müzik dolu günler diliyorum.







8 Şubat 2009 Pazar

İstanbul Hep Dans Ediyor...

TRT Radyo 3 için hazırlayıp sunduğum Dansın Müzikli Öyküsü adlı programda her hafta Cumartesileri saat 11:10'dan 12:00'ye dek, klasik bale ve modern dansın ünlü koreograflarının eserlerinde kullandıkları müzikleri dinliyoruz. Radyolarımızı klasik, caz, pop, geleneksel müzikler derken, her türlü sese ve harekete açıyoruz.

Dünyanın dans gündemini takip etmeye çalışırken bir taraftan da yaşadığımız şehrin, İstanbul'un da pek çok temsile ve etkinliğe ev sahipliği yapan bir dans merkezi olduğunu da unutmamak gerek. Klasik baleden, modern'e, halk dansları'ndan hip-hop'a çok geniş bir yelpazede hareket var İstanbul'da.

Sizlere bu blog aracılığı ile tavsiye edebileceğim bazı dans etkinliklerinin haberini vermek istiyorum. 

Bağımsız film festivali !F ISTANBUL'da gösterime girecek olan "Turn It Loose" (Kendini Serbest Bırak) adlı filmi görmek istiyorum doğrusu. Filmin konusu festivalin web sitesinde kısaca anlatılıyor:

"Eylül 2007’de, Güney Afrika’nın Soweto kentinin terk edilmiş bir elektrik santralında, dünyanın en iyi on altı b-boy’u bir sonraki dünya şampiyonunu belirlemek üzere teke tek kapışıyor. Kendini Serbest Bırak bu yarışma hakkında bir film. Altı yarışmacının gözünden, film breakdance’in neyi temsil ettiğine dair tüm önyargıları bertaraf ediyor,
 tüm bildiklerinizi unutturuyor."

Ben bu filmi izleyeceğim, siz sevgili dinleyenlerimize de tavsiye ederim. Hayal kırıklığına uğramayacağımızı düşünüyorum. (12,14,20 Şubat'ta, AFM Fitaş Beyoğlu'nda)















İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin AKM'nin tadilatı sebebiyle temsillerini Süreyya Operası Sahnesi'nde sürdürdüğünü biliyoruz. 
Burada sergilenen "Türk Koreografları Gecesi"ni kaçırmamanızı öneririm. Sibel Kasapoğlu, Beyhan Murphy, Berk Sarıbay ve Uğur Seyrek'in eserlerinin yer aldığı temsilin sizlere keyif vereceğini düşünüyorum. (28 Şubat, 2 Mart ve 27 Mart'ta Süreyya Opera Evi, Kadıköy'de)

TRT İstanbul stüdyolarında hazırlanan birbirinden özel radyo programları hakkında detaylı bilgiler için lütfen web sitemizi ziyaret ediniz.  www.trt.net.tr 'de Radyo 3 ile ilgili sayfalarda, her hafta yenilenen program içeriklerini takip edebilirsiniz. 

Radyolarınızın 88.2 frekansında ve İstanbul'un müzik ve dansla dolu günlerinde buluşmak dileği ile...

Sungu Okan

İlgili web adresleri: 

http://trt.net.tr/Radyo/RadyoAnasayfa.aspx
http://2009.ifistanbul.com/filmler/turn-it-loose.aspx
http://www.idobale.com/eser/34

Fotoğraf: Şafak Türkel
Ebru Cansız Atay ve Bahadır Ovacıklı İDOBALE'nin "Türk Koreografları Gecesi"nde sergilenen Uğur Seyrek'in "Kelebekleri Öldürmeyin" adlı koreografisinde.  

İDSO 6 Şubat 2009 Konseri


Merhaba sevgili Radyo 3 İstanbul dinleyicileri ve okuyucuları;

İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın 6 Şubat 2009 Cuma akşamı Caddebostan Kültür Merkezi'nde verdiği konser içerik ve solist olarak 2008-2009 konser sezonunun önemli konserlerinden biri olmaya adaydı. Devlet Sanatçısı piyanist İdil Biret'in solist olduğu konserin şefi ise İstanbullu dinleyicilerin 2000li yılların başından beri yakından tanıdığı ve sevdiği Howard Griffiths'di.

Howard Griffiths Türk izleyicisinin gerçekten sevdiği bir şef. Nedeni ise alıştığımız o dinleyici ile kontakt kurmayan, disiplinli, sert hatta bazen "pozör" olarak adlandırdığımız şeflerin dışında olması. Eşinin bir Türk olması (viyola sanatçısı Semra Griffiths) ve kendisinin de espri yapıp dinleyiciyi kırıp geçirecek kadar iyi Türkçe konuşabilmesi de bunda bir etken. Güzel bir tesadüf ki oğlu Kevin Griffiths de babasının izinde giderek orkestra şefliğini seçmiş ve geçen yıl İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ile 23 Nisan haftasına denk gelen "Çocuk Bayramı" konserini yönetmiş, aynı babası gibi o da Türkçe esprilerle dinleyicilerin gönlünü kazanmıştı.

6 Şubat konserine geçmeden önce bu yıl İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın yaşadığı -kimse kusura bakmasın- rezaletten bahsetmek istiyorum.

Bu "rezalet" nedir ? Öncelikle "İstanbul 2010 Kültür Başkenti" diye bir etkinlik var. Bu etkinlik kapsamında bir sürü hazırlık yapılıyor. Şehrin bir çok yerinde bir hareketlilik var, var da nedir bu fırtına tam olarak bilinmiyor. Ancak bildiğimiz bir konu var ki o da Taksim'de bulunan Atatürk Kültür Merkezi'nin 25 Haziran 2008 tarihinden bu yana kapalı olduğu.

Bir çok dedikodu dolaştı, önce yıkılacak dendi, sonra tepkiler çıkınca "hayır yıkılmayacak, onarılacak" dendi. Yazıldı, çizildi, tartışıldı... Sonuç ? İçeride ne yapılıyor bilemiyoruz ancak dışarıdan hiçbir şey görünmüyor, duyulmuyor.

Olan İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, Opera ve Balesi ve Devlet Tiyatrosuna oldu. Herkes bir yerde başının çaresine bakmaya çalışıyor. Adeta göçebe hayatı yaşanıyor. Allahtan Kadıköy Süreyya Operası açıldı da en azından Opera ve Bale kendini biraz olsun kurtarabildi.

Şimdi bu göçebe hayatı içinde İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın verdiği konserleri nasıl yorumlamamız lazım ona bakalım.

Sayın Hıncal Uluç daha önce yazmış olduğu 2 yazısında İDSO'yu ve Kültür Bakanlığı'nı eleştirmiş, bu yazıları hem Orkestra yönetiminde hem de bakanlıkta ses bulmuştu.

Bu eleştrinin ana fikri şuydu: "Neden İDSO 2008-2009 konser sezonunda sadece 16 konser veriyordu ?" Koooooskoca İstanbul'da konser salonlarına kıran mı girmişti ? Yoksa orkestra tembel bir orkestra olduğundan A.K.M'nin tamiratını bahane edip "Canım nasıl olsa konser salonu yok, biz de bulduğumuz kadar konser verip idare eder, yatar uyuruz" mu demişti ?

1994 yılından bu yana orkestranın içinde bulunan birisi olarak orkestranın bu yazılar sonucunda ne kadar yara aldığını en yakından bilenler arasındayım.

Evet İstanbul'da konser salonlarının olduğu doğrudur. Ancak yazıda önerilen konser salonlarının programlarına bakıldığında oraya İDSO'nun haftada iki defa verdiği konseri oturtmak ne kadar kolay olurdu onu bilemem. Burada suçlanacak birileri aranıyorsa Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin senfoni orkestrasını 2010 Kültür Başkenti seçildiği bir zamanda salonsuz bırakan, üstüne üstlük özel bir bankanın sponsorluğunda olmasa neredeyse hiç bir konser veremeyecek duruma getirilmiş olmasına kim ya da kimler neden olmuştur, orada aranmalıdır.

Bu konulara başka bir yazımda daha sonra değineceğim.

6 Şubat 2009 tarihinde verilen ve sayın İdil Biret'in solist olarak katıldığı konsere gelince. Konser Ludwig van Beethoven'in Op.72b Fidelio Uvertürü ile açıldı. Sezon başında açıklanan yıllık programda sadece Beethoven piyano konçertosu belli olan konserin programına daha sonra eklenen eserler konsere ve dinleyiciye uygun olmuş.

Konserin ikinci eseri olan ve yine Beethoven'in 2. Piyano konçertosu piyanist İdil Biret tarafından yorumlandı. Sayın Biret son dönemlerde Beethoven'in piyano konçertolarını yorumlamayı tercih ediyor. Bunda Willhelm Kempff gibi bir ustanın öğrencisi olmasının da sanırım ayrı bir yeri var. Biret gibi ustaların yorumlarına bence kimsenin bir eleştiri yazmaması lazım. Yine de söyleyebileceğimiz tek şey keyifle dinlemiş olduğumuzdur.
Biret ustamız konser sonunda geleneğini bozmadı ve Bis parçası olarak Kempff'in bir Gluck transkripsiyonunu yorumladı ki Beethoven'in arkasından kulaklarımızı "okşayarak" ilk yarıyı tamamlamamızı sağladı.

Konserin ikinci yarısı ise ilginç bir esere aitti. Bizet'nin ünlü operası "Carmen"in bugüne kadar bir çok çeşitlemesi veya düzenlemesi yapılmıştır. Ancak Rodion Schedrin'in Yaylı Çalgılar, vurmalı çalgılar ve timpani için Carmen Süiti şimdiye kadar dinlediğimiz en ilginç düzenleme olabilir. Özellikle orkestrayı yöneten Howard Griffiths'in eserden önce yaptığı espri dikkate değerdi.

"Sizler çok şanslısınız, 3 saat yerine yarım saatte operanın en önemli bölümlerini dinleyip gideceksiniz, ayrıca buna ek olarak Arl'lı Kız'dan da iki bölüm dinleyeceksiniz."

Eserin düzenlemesi, hatta Bolero bölümünün ana temasını vermek yerine sadece eşlik partisini bırakarak bu ünlü melodiyi dinleyicinin kulaklarında tınlamasını sağlamak sanırım Schedrin'in bu konudaki başarısını ortaya koyuyor.

Sonuç olarak 6 Şubat 2009 Cuma günü verilen konseri dinleyici beğeni ile karşıladı. Yine de orkestranın genel problemleri içinde yer alan bir iki husus var. Nedense yaylı çalgılar bir türlü tek enstrümanmış gibi tınlayamıyor. Süre gelen bir senkron problemi hissediliyor. Bir sorun da kornoların her konserde olmasa da en azından iki konserde bir bozuk nota üflemesi. Evet korno en zor üfleme çalgıların başında gelir ve hata kabul etmez. Siz bütün konser boyunca kusursuz çalarsınız dinleyici sizi fark etmez ama bir hata yaparsınız ve bütün gözler sizi gösterir herkes fark eder. Bilemiyorum kornocular bu konuda ne yapacaklar ama bir an önce orkestranın bu problemleri düzeltmesi lazım diyorum, sırf bu nedenle Avrupa Yayın Birliği'ne (EBU) göndermek istediğim ama gönderemediğim onlarca konser birikti elimde.

Bu konserin tamamını 18 Ocak 2009 Çarşamba akşamı saat 20.00'da Radyo-3'te dinleyebilirsiniz. Frekansımız İstanbul için 88.20. Diğer illerin frekansları için TRT'nin web sitesi olan www.trt.net.tr yi ziyaret edebilirsiniz.

Bir sonraki yazıma kadar herkese müzik dolu zamanlar diliyorum.




18 Ocak 2009 Pazar

TRT Radyo 3 İstanbul - Temmuz 2008

fotoğraf: Serhan Bali

17 Ocak 2009 Cumartesi

Hoşgeldiniz...

Merhaba sevgili Radyo 3 dinleyenleri...

Sizlerin de bildiği gibi Radyo3, 2009 yılı ile birlikte yepyeni bir döneme girdi. Biz TRT İstanbul Radyosu, Radyo3 yapımcıları da sizlere canlı yayınlarla, yepyeni programlarla daha da yakınlaşmış olmanın mutluluğunu yaşamaktayız.
Yakınlığımızı biraz daha arttırmak, bize ulaşmanızı kolaylaştırmak, hakkımızda daha fazla bilgi edinebilmenizi sağlamak için bir de blog oluştuk. 
Bundan sonra radyomuzun mikrofonlarından başka, sizlere buradan da sesimizi duyurmaya çalışacağız.
Radyo3'te İstanbul Radyosu'nca hazırlanan dinlediğiniz tüm programlar ve yapımcılar hakkında sormak istediğiniz herşeyi buradan bize ulaşarak öğrenebilirsiniz.
Müzikle dolu günlerde buluşmak dileği ile...

TRT İstanbul Radyo 3 Yapımcıları