27 Şubat 2009 Cuma

İDSO 20 Şubat 2009 Konseri


Merhaba

İDSO'nun 20 Şubat 2009 Cuma günü verdiği konseri Alexander Rahbari yönetti. Rus gitarcı Dimitri Illarionof'un solist olarak katıldığı konserde Erkin, Rodrigo ve Bartok'un eserleri yer alıyordu.

Öncelikle konserin verildiği mekan olan Lütfi Kırdar kongre merkezinden bahsetmek istiyorum. Daha önce spor ve sergi sarayı olarak bilinen ancak geçirdiği tadilattan sonra gerçekten İstanbul'a yakışır bir kongre merkezi olan yapının konser salonu içeriye girdiğiniz anda sizi etkiliyor. Senelerdir Atatürk Kültür Merkezi'nin büyük salonunun neden bu şekilde yapılmadığı konusunda hep sorularım oldu. Belki bu tadilatta içerideki akustik ve diğer düzen adına yakışır hale getirilir. Açıkcası İDSO'yu Lütfi Kırdar kongre merkezinin bu salonunda dinlemekten keyif alıyorum.

Konser Ulvi Cemal Erkin'in Köçekçe Süiti ile başladı. Klasik müzikle şöyle ya da böyle ilgilenen insanlara "Türk bestecilerin eserlerinden bildiğiniz ne vardır ?" diye bir soru sorsak çoğu kişinin adını vereceği bu eser gerçekten çağdaş Türk müziğinin "Pop" eseri sayılabilir.

Bu konserde de dört dörtlük yorumlanmasa da (sözüm yine senfoninin yaylı çalıgılarına) genel olarak tatmin edici bir yorum oldu. Eserin en can alıcı noktalarından biri olan klarinet solonun olduğu ve her an bir ses kazasına açık olan bölümde (soloyu yapan sanatçı arkadaşımızın ismi konser programında yer almasa da) Ayşegül Kirmanoğlu'nu aratmayacak başarıyı gösteren sanatçı arkadaşımızı kutlamak istiyorum. İsmini bu hafta öğrenebilirsem gelecek yazıda buradan bir kez daha tebrik edebilirim.

Her zaman eleştirdiğim ve düzelmediği sürece de eleştirmeye devam edeceğim yaylı çalgıların tek bir çalgıymışcasına çalamamaları nedeni ile her konserde inanın bir tarafım cız ediyor. Bu sorun ne yazık ki IDSO'yu A sınıfı bir orkestra olmaktan alıkoymakta.

Bundan yaklaşık 3-4 yıl önce BBC Senfoni Orkestrası'nın seslendirdiği Russlan ve Ludmilla operası uvertürünün keman bölümlerindeki hızlı pasajları sanki tek bir kemandan dinlermişcesine duyduktan sonra bu tarz bir yorumu kendi orkestramızdan beklemek sanırım en doğal hakkımız diye düşünüyorum.

Gelelim konserin solisti Dimitri Illarionof'a... Kendisi 1979 doğumlu bir sanatçı ve 30 yaş gibi artık sanatta olgunluğa doğru giden bir yolda verdiği konser performansı biraz düşündürücüydü. Açıkcası gitarcı olmadığımdan gitar tekniği yorumlarına girmek istemiyorum ama yine de bugüne kadar dinlediğim Rodrigo yorumları içinde "iyi bir yorumdu" diyebileceğim bir performans değildi.

Belki Sayın İrkin Aktüze bu hafta programı dinler ve benden daha iyi bir yorum getirir diye düşünüyorum. Yine klasik müzikle iyi kötü ilgilenen birilerine soracak olsanız, Rodrigo denilince aklınıza ne geliyor diye, alacağınız cevap çoğunlukla "gitar konçertosu" olacaktır. Bu biraz tek parça ile meşhur olmak gibi birşey. Ancak ne olursa olsun Aranjuez konçertosunun -özellikle de ikinci bölümünün- insanlarda bambaşka bir yeri vardır. Birçok kişiye klasik müziği sevdiren eserler listesinde "İlk On"a gireceği kesindir. Liste başında ise her zaman Vivaldi "Dört Mevsim" vardır.

Bir solist için bu kadar bilinen bir eseri çalmak hem avantaj, hem de dezavantaj sağlar. Dinleyici bildiği bir eseri dinleyeceği için mutludur, zira eser popülerdir. Bu da sizin avantajınızdır. Dezavantajı ise dinleyiciler eseri tanımaktadır ve sizin dışınızda birçok kişiden dinlemiştir. Dolayısı ile karşılaştırma yapabileceği veriler vardır kulağında. Bu nedenle "popüler eser" çalmak bir stress kaynağı da olabilir.

Dimitri Illarionof'un özgeçmişine baktığımızda birçok uluslararası yarışmaya katılmış ve ödüller kazanmış. Verdiği konserler ve çalıştığı topluluklar da önemli topluluklar arasında yer alıyor. Sonuç olarak sıradan bir gitarcı olmadığı ortada. Notasal hata yapmasa da yorumsal olarak bana neden bir hata varmış gibi tınladığını bilemiyorum Ancak dediğim gibi kariyeri ile verdiği konser o gece ters orantılı gibi geldi. Belki de konsantrasyon bozukluğu ya da az provadan kaynaklanmış olabilir. Yine de dinleyicimiz her soliste yaptığı gibi Dimitri Illarionof'u bir bis parçası çalmadan yollamadı. Hatta iki bis parçası diyebiliriz. Birincisi gitar konçertosunun ünlü ikinci bölümünden kısa bir tekrar, ikincisi ise Roland Dyens'in Tango en Skai başlıklı parçasıydı.

Konserin ikinci bölümüde ise tam bir bomba vardı. Orkestraların kolay kolay ele almadığı bir eser olan Bela Bartok'un Orkestra konçertosu... Bela Bartok (konservatuar yıllarında çoğu öğrencinin dalga geçtiği gibi baş "Bela"sı) bestelediği eserlerle gerek solistlerin gerek se orkestraların gerçekten "Bela"lısı bir bestecidir. Modern müziğin öncülerinden ve dünyanın birçok ülkesinin çağdaş halk müziği bestecilerine ilham kaynağı olan bu büyük besteci, ne yazık ki İkinci Dünya Savaşı sonucunda Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmek zorunda kalmış ve burada da değeri bilinemeden hayata veda etmiştir.

Bela Bartok 1936 yılında ülkemize de gelmiş ve A.Adnan Saygun'la birlikte Anadolu'yu gezmiş, birlikte halk müziğinin belkide çoktan yitip gidecek bir çok örneğini toplamış, daha sonra da Ankara Halkevi'nde verdiği konferansla belleklerimize kazınması gereken şu cümleyi söylemişti: "Çağdaş Türk Müziği halk müziğinin üzerinden yükselecektir..."

Bartok'un mektuplarından A.B.D'ye gitmeden önce Türkiye'ye gelmek istediği ancak mektuplarına olumlu bir cevap alamadığı için Birleşik Devletler'e gitmek zorunda kaldığı biliniyor. Ancak Bartok gibi bir ustanın Türkiye'ye gelmesini kimin ya da kimlerin istemediği konusu sırrını koruyor. Bu konuda benim de bazı düşüncelerim var ama elimde kesin kanıtlar olmadığından bu konuda yorum yapmaktan kaçınıyorum. Yine de bu konu hakkında elinde bilgileri olanlar varsa sevinerek tartışmak isterim.

Bartok hakkında bu bilgileri verdikten sonra Orkestra konçertosunun yorumuna gelince. Orta şekerli bir ilk yarıdan sonra ikinci bölümde yer alan bu eserin nasıl yorumlanacağını merakla bekledim. Sonuç olarak şef kürsüsünde yer alan Rahbari olduktan sonra büyük eserlerin en azından ortanın üzerinde olmasını bekliyoruz. Zira Rahbari İDSO'nun uzun zamandır aradığı bir şef. Her ne kadar Tadeusz Strugala'yı orkestra çok büyük bir mutlulukla karşılamasa da bugüne kadar verdikleri başarılı konserin ardında Strugala vardı. Onunla yollarını ayırdıktan sonra son dönemlerde sıklıkla konser verdiği Rahbari, orkestranın ihtiyacı olan enerjiyi bence kesinlikle veriyor.

Ezbere yönettiği ve büyük hataların olmadığı Orkestra Konçertosu bence bu yılın flaş konserlerinden biri oldu. 43 dakika gibi uzun sayılacak eser hem orkestranın kalitesini hem de kondisyonunu test eder nitelikte bir eser. Bu nedenle başta başkemancı Ayşe Özbekligil olmak üzere orkestranın tümünü bu yorum için kutlamak gerekiyor.

Bu konserin kaydını 4 Mart 2009 Çarşamba akşamı saat 20.00'da Radyo 3'ten dinleyebilirsiniz. Konser ayrıca TRT'nin internet sayfasından canlı olarak ta yayınlanıyor.

Gelecek hafta bir başka konser yorumunda buluşuncaya kadar hepinize müzik dolu günler diliyorum.







8 Şubat 2009 Pazar

İstanbul Hep Dans Ediyor...

TRT Radyo 3 için hazırlayıp sunduğum Dansın Müzikli Öyküsü adlı programda her hafta Cumartesileri saat 11:10'dan 12:00'ye dek, klasik bale ve modern dansın ünlü koreograflarının eserlerinde kullandıkları müzikleri dinliyoruz. Radyolarımızı klasik, caz, pop, geleneksel müzikler derken, her türlü sese ve harekete açıyoruz.

Dünyanın dans gündemini takip etmeye çalışırken bir taraftan da yaşadığımız şehrin, İstanbul'un da pek çok temsile ve etkinliğe ev sahipliği yapan bir dans merkezi olduğunu da unutmamak gerek. Klasik baleden, modern'e, halk dansları'ndan hip-hop'a çok geniş bir yelpazede hareket var İstanbul'da.

Sizlere bu blog aracılığı ile tavsiye edebileceğim bazı dans etkinliklerinin haberini vermek istiyorum. 

Bağımsız film festivali !F ISTANBUL'da gösterime girecek olan "Turn It Loose" (Kendini Serbest Bırak) adlı filmi görmek istiyorum doğrusu. Filmin konusu festivalin web sitesinde kısaca anlatılıyor:

"Eylül 2007’de, Güney Afrika’nın Soweto kentinin terk edilmiş bir elektrik santralında, dünyanın en iyi on altı b-boy’u bir sonraki dünya şampiyonunu belirlemek üzere teke tek kapışıyor. Kendini Serbest Bırak bu yarışma hakkında bir film. Altı yarışmacının gözünden, film breakdance’in neyi temsil ettiğine dair tüm önyargıları bertaraf ediyor,
 tüm bildiklerinizi unutturuyor."

Ben bu filmi izleyeceğim, siz sevgili dinleyenlerimize de tavsiye ederim. Hayal kırıklığına uğramayacağımızı düşünüyorum. (12,14,20 Şubat'ta, AFM Fitaş Beyoğlu'nda)















İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin AKM'nin tadilatı sebebiyle temsillerini Süreyya Operası Sahnesi'nde sürdürdüğünü biliyoruz. 
Burada sergilenen "Türk Koreografları Gecesi"ni kaçırmamanızı öneririm. Sibel Kasapoğlu, Beyhan Murphy, Berk Sarıbay ve Uğur Seyrek'in eserlerinin yer aldığı temsilin sizlere keyif vereceğini düşünüyorum. (28 Şubat, 2 Mart ve 27 Mart'ta Süreyya Opera Evi, Kadıköy'de)

TRT İstanbul stüdyolarında hazırlanan birbirinden özel radyo programları hakkında detaylı bilgiler için lütfen web sitemizi ziyaret ediniz.  www.trt.net.tr 'de Radyo 3 ile ilgili sayfalarda, her hafta yenilenen program içeriklerini takip edebilirsiniz. 

Radyolarınızın 88.2 frekansında ve İstanbul'un müzik ve dansla dolu günlerinde buluşmak dileği ile...

Sungu Okan

İlgili web adresleri: 

http://trt.net.tr/Radyo/RadyoAnasayfa.aspx
http://2009.ifistanbul.com/filmler/turn-it-loose.aspx
http://www.idobale.com/eser/34

Fotoğraf: Şafak Türkel
Ebru Cansız Atay ve Bahadır Ovacıklı İDOBALE'nin "Türk Koreografları Gecesi"nde sergilenen Uğur Seyrek'in "Kelebekleri Öldürmeyin" adlı koreografisinde.  

İDSO 6 Şubat 2009 Konseri


Merhaba sevgili Radyo 3 İstanbul dinleyicileri ve okuyucuları;

İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın 6 Şubat 2009 Cuma akşamı Caddebostan Kültür Merkezi'nde verdiği konser içerik ve solist olarak 2008-2009 konser sezonunun önemli konserlerinden biri olmaya adaydı. Devlet Sanatçısı piyanist İdil Biret'in solist olduğu konserin şefi ise İstanbullu dinleyicilerin 2000li yılların başından beri yakından tanıdığı ve sevdiği Howard Griffiths'di.

Howard Griffiths Türk izleyicisinin gerçekten sevdiği bir şef. Nedeni ise alıştığımız o dinleyici ile kontakt kurmayan, disiplinli, sert hatta bazen "pozör" olarak adlandırdığımız şeflerin dışında olması. Eşinin bir Türk olması (viyola sanatçısı Semra Griffiths) ve kendisinin de espri yapıp dinleyiciyi kırıp geçirecek kadar iyi Türkçe konuşabilmesi de bunda bir etken. Güzel bir tesadüf ki oğlu Kevin Griffiths de babasının izinde giderek orkestra şefliğini seçmiş ve geçen yıl İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ile 23 Nisan haftasına denk gelen "Çocuk Bayramı" konserini yönetmiş, aynı babası gibi o da Türkçe esprilerle dinleyicilerin gönlünü kazanmıştı.

6 Şubat konserine geçmeden önce bu yıl İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın yaşadığı -kimse kusura bakmasın- rezaletten bahsetmek istiyorum.

Bu "rezalet" nedir ? Öncelikle "İstanbul 2010 Kültür Başkenti" diye bir etkinlik var. Bu etkinlik kapsamında bir sürü hazırlık yapılıyor. Şehrin bir çok yerinde bir hareketlilik var, var da nedir bu fırtına tam olarak bilinmiyor. Ancak bildiğimiz bir konu var ki o da Taksim'de bulunan Atatürk Kültür Merkezi'nin 25 Haziran 2008 tarihinden bu yana kapalı olduğu.

Bir çok dedikodu dolaştı, önce yıkılacak dendi, sonra tepkiler çıkınca "hayır yıkılmayacak, onarılacak" dendi. Yazıldı, çizildi, tartışıldı... Sonuç ? İçeride ne yapılıyor bilemiyoruz ancak dışarıdan hiçbir şey görünmüyor, duyulmuyor.

Olan İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, Opera ve Balesi ve Devlet Tiyatrosuna oldu. Herkes bir yerde başının çaresine bakmaya çalışıyor. Adeta göçebe hayatı yaşanıyor. Allahtan Kadıköy Süreyya Operası açıldı da en azından Opera ve Bale kendini biraz olsun kurtarabildi.

Şimdi bu göçebe hayatı içinde İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın verdiği konserleri nasıl yorumlamamız lazım ona bakalım.

Sayın Hıncal Uluç daha önce yazmış olduğu 2 yazısında İDSO'yu ve Kültür Bakanlığı'nı eleştirmiş, bu yazıları hem Orkestra yönetiminde hem de bakanlıkta ses bulmuştu.

Bu eleştrinin ana fikri şuydu: "Neden İDSO 2008-2009 konser sezonunda sadece 16 konser veriyordu ?" Koooooskoca İstanbul'da konser salonlarına kıran mı girmişti ? Yoksa orkestra tembel bir orkestra olduğundan A.K.M'nin tamiratını bahane edip "Canım nasıl olsa konser salonu yok, biz de bulduğumuz kadar konser verip idare eder, yatar uyuruz" mu demişti ?

1994 yılından bu yana orkestranın içinde bulunan birisi olarak orkestranın bu yazılar sonucunda ne kadar yara aldığını en yakından bilenler arasındayım.

Evet İstanbul'da konser salonlarının olduğu doğrudur. Ancak yazıda önerilen konser salonlarının programlarına bakıldığında oraya İDSO'nun haftada iki defa verdiği konseri oturtmak ne kadar kolay olurdu onu bilemem. Burada suçlanacak birileri aranıyorsa Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin senfoni orkestrasını 2010 Kültür Başkenti seçildiği bir zamanda salonsuz bırakan, üstüne üstlük özel bir bankanın sponsorluğunda olmasa neredeyse hiç bir konser veremeyecek duruma getirilmiş olmasına kim ya da kimler neden olmuştur, orada aranmalıdır.

Bu konulara başka bir yazımda daha sonra değineceğim.

6 Şubat 2009 tarihinde verilen ve sayın İdil Biret'in solist olarak katıldığı konsere gelince. Konser Ludwig van Beethoven'in Op.72b Fidelio Uvertürü ile açıldı. Sezon başında açıklanan yıllık programda sadece Beethoven piyano konçertosu belli olan konserin programına daha sonra eklenen eserler konsere ve dinleyiciye uygun olmuş.

Konserin ikinci eseri olan ve yine Beethoven'in 2. Piyano konçertosu piyanist İdil Biret tarafından yorumlandı. Sayın Biret son dönemlerde Beethoven'in piyano konçertolarını yorumlamayı tercih ediyor. Bunda Willhelm Kempff gibi bir ustanın öğrencisi olmasının da sanırım ayrı bir yeri var. Biret gibi ustaların yorumlarına bence kimsenin bir eleştiri yazmaması lazım. Yine de söyleyebileceğimiz tek şey keyifle dinlemiş olduğumuzdur.
Biret ustamız konser sonunda geleneğini bozmadı ve Bis parçası olarak Kempff'in bir Gluck transkripsiyonunu yorumladı ki Beethoven'in arkasından kulaklarımızı "okşayarak" ilk yarıyı tamamlamamızı sağladı.

Konserin ikinci yarısı ise ilginç bir esere aitti. Bizet'nin ünlü operası "Carmen"in bugüne kadar bir çok çeşitlemesi veya düzenlemesi yapılmıştır. Ancak Rodion Schedrin'in Yaylı Çalgılar, vurmalı çalgılar ve timpani için Carmen Süiti şimdiye kadar dinlediğimiz en ilginç düzenleme olabilir. Özellikle orkestrayı yöneten Howard Griffiths'in eserden önce yaptığı espri dikkate değerdi.

"Sizler çok şanslısınız, 3 saat yerine yarım saatte operanın en önemli bölümlerini dinleyip gideceksiniz, ayrıca buna ek olarak Arl'lı Kız'dan da iki bölüm dinleyeceksiniz."

Eserin düzenlemesi, hatta Bolero bölümünün ana temasını vermek yerine sadece eşlik partisini bırakarak bu ünlü melodiyi dinleyicinin kulaklarında tınlamasını sağlamak sanırım Schedrin'in bu konudaki başarısını ortaya koyuyor.

Sonuç olarak 6 Şubat 2009 Cuma günü verilen konseri dinleyici beğeni ile karşıladı. Yine de orkestranın genel problemleri içinde yer alan bir iki husus var. Nedense yaylı çalgılar bir türlü tek enstrümanmış gibi tınlayamıyor. Süre gelen bir senkron problemi hissediliyor. Bir sorun da kornoların her konserde olmasa da en azından iki konserde bir bozuk nota üflemesi. Evet korno en zor üfleme çalgıların başında gelir ve hata kabul etmez. Siz bütün konser boyunca kusursuz çalarsınız dinleyici sizi fark etmez ama bir hata yaparsınız ve bütün gözler sizi gösterir herkes fark eder. Bilemiyorum kornocular bu konuda ne yapacaklar ama bir an önce orkestranın bu problemleri düzeltmesi lazım diyorum, sırf bu nedenle Avrupa Yayın Birliği'ne (EBU) göndermek istediğim ama gönderemediğim onlarca konser birikti elimde.

Bu konserin tamamını 18 Ocak 2009 Çarşamba akşamı saat 20.00'da Radyo-3'te dinleyebilirsiniz. Frekansımız İstanbul için 88.20. Diğer illerin frekansları için TRT'nin web sitesi olan www.trt.net.tr yi ziyaret edebilirsiniz.

Bir sonraki yazıma kadar herkese müzik dolu zamanlar diliyorum.